Dün akşam, Boğaziçi Mensupları Tüketim Kooperatifi’nin (BÜKOOP) Abbasağa Parkı’nda yaptığı bilgilendirme toplantısına katıldım.
Toplantının başını kaçırmış olsam da, en önemli konuların tartışıldığı bölümleri yakaladığımı düşünüyorum. En azından tüketici kooperatifinin ne olduğunu ve nasıl işlediğini öğrenme fırsatım oldu.
Tüketici kooperatifleri, benzer tüketim ihtiyaç ve ilkeleri olan bir grup insanın bir araya gelerek, doğrudan üreticiden alım yapması ve sonra ürünü ortaklarına dağıtması ilkesine dayanıyor. Tüketici kooperatiflerinin sağladığı en önemli avantajlardan biri, ürünlerin perakende satış fiyatından çok daha düşük fiyatlara temin edilebilmesi. Ama bu tek avantaj değil. Kooperatif, belirli ilkeler doğrultusunda ve yüksek kalitede üretim yapan üreticilerin seçilmesini, dahası, bu üreticilerin üretim süreçlerine etki edilebilmesini sağlıyor. Şüpheli yöntemlerle ve bolca zehirli madde kullanarak üretim yapan büyük üretici yerine, küçük ve doğal olan tercih ediliyor. Böylece, pasif tüketiciden aktif tüketiciye dönüşülüyor.
Hukuki olarak kooperatifler şirkete benziyor. Kooperatif kurmak için en az 7 ortak gerekiyor. Minimum ortaklık payı ise 100 TL. Ortaklar, gönüllülük esasına göre kooperatifte çeşitli görevler üstleniyorlar.
BÜKOOP bu görevleri üç kademeye ayırmış. En basit gönüllülük, Boğaziçi Üniversitesi Kuzey Yerleşkesi’nde yer alan ve BÜKOOP’un “baraka” dediği satış noktasında kasiyerlik yapmak. İkinci kademe, “ürün sorumlusu” olmak. BÜKOOP, temin ettiği her ürün için bir “ürün sorumlusu” atıyor. Örneğin süt sorumlusu, sütün temin edileceği mandıranın belirlenmesi, mandıra sahibiyle görüşüp numune istenmesi, gerekiyorsa gidip yerinde inceleme yapılması ve (eğer kooperatif yeterince hacimli alım yapabiliyorsa) belirli üretim biçimlerinin dayatılması görevlerini üstleniyor. Örneğin süt veren ineklerin yemine antibiyotik karıştırılmaması istenebiliyor. Böylece tüketici, üreticinin “önüne koyduğunu” tüketmek yerine, bilinçli ve tercihlerini üreticiye dayatabilen tüketiciye dönüşüyor. Son kademeyse, kooperatifin yönetimsel konularıyla uğraşmak, muhasebe, organizasyon ve lojistik gibi işleri kotarmak.
Başta toplantı, daha çok BÜKOOP mensuplarının konuşmalarıyla şekillenirken, daha sonra dinleyici soruları ağır basıyor ve bana göre toplantının en can alıcı noktasına geliniyor: Dinleyici sorularının önemli bir kısmı güven, daha doğrusu güven eksikliği üzerine yoğunlaşmaya başlıyor. Ürünlerin seçilmesi sırasında üreticinin söylediklerine nasıl güveniliyor? Üretici nasıl oluyor da böyle bir oluşuma güvenip ürün gönderiyor? Üyeler sipariş ettikleri ürünleri almazlarsa ürün BÜKOOP’un “elinde mi patlıyor?”
… Ve BÜKOOP üyelerinden birisi kalkıp, şunu söylüyor: “Şehir ortamında ilişkilerimizin pek çoğu, güvensizlik üzerine kurulu. Oysa Gezi olayları, insanlara güvenebileceğimizi gösterdi bize. Çoğu zaman, üçüncü kişilerin veya kurumların teminatına gerek duymaksızın insanların sözüne güvenerek çok güzel iş yapabiliyorsunuz. Yeter ki taraflar samimi, şeffaf ve iyi niyetli olsun. Küçük üreticiyle –çiftliğini, imalathanesini ziyaret edip göz göze baktığımız kişilerle – biz bu güveni genellikle yakalıyoruz.”
Benzer şekilde, üreticinin BÜKOOP’u büyük market zincirlerine tercih ettiğini, çünkü BÜKOOP’un alınan malın parasını en geç bir ay içinde gönderdiğini (market zincirleri için bu süre 6 – 9 ayı bulabiliyormuş) söylüyorlar. BÜKOOP’un, temin edilen ürünlerin fiyatını genellikle hiç pazarlık konusu etmediğini, çünkü çiftçinin, üreticinin de adil gelir elde etmesi gerektiğini söylüyorlar. (Buna rağmen aldıkları fiyat, Migros fiyatının kabaca yarısı düzeyinde).
Diğer taraftan, alınan malın elde kalması gibi bir durum hiç olmadığını, çünkü zaten alımları talep doğrultusunda yaptıklarını belirtiyorlar.
Bu noktada, bence yine çok önemli bir konu olan, Katılımcı Sertifikasyon Sistemleri konuşulmaya başlanıyor. (Sisteme, Katılımcı Teminat Sistemi de deniyor). Bu, halihazırda kullanılan ancak pek çok sorunu da beraberinde getiren organik sertifikasyon sistemlerine bir alternatif. Ancak burada güvence üçüncü bir kurum yerine, doğrudan üretici birliği (sendika, kooperatif vs) tarafından sağlanıyor. Yukarıda dediğim gibi, samimiyet, şeffaflık ve iyi niyet esas. Üstelik organik sertifikasyona ödenen ve mecburen fiyata yansıyan ücretler de söz konusu değil. Kaliteli ürünü makul fiyata alıyorsunuz, hem de üretici–tüketici arasındaki bağı koparmamanın, tükettiğiniz ürünün kimlerin elinden çıktığını bilmenin keyfini yaşıyorsunuz.
Son olarak, BÜKOOP’a büyüme planlarının olup olmadığı soruluyor. BÜKOOP’un yanıtı ve son sözü şu şekilde: Büyümek istemiyoruz, çünkü bilinçli olarak dışında durduğumuz, hakim gıda üretim/dağıtım sistemine benzemek istemiyoruz.